Hoşbeş

bir zeval düşkünü olarak biliniz beni!
beni hanenize bağlayıp asın: yeri geldiğinde çarpılayıp kapımı, dilime nüktedan bir hüzme basın!



26 Ekim 2011 Çarşamba

Deftere Yazalım mı?

eski bir defter kıvamında ellerime dokunuyorsun
ve biliyorsun ne kadar öteki olduğumu yıkıntılarının arasında durarak sensizliğin. düşündüğüm onca şeyin ayırdında, yani biraz da senin ardında, başka işlerin oluvermesiydi benim göğümde yağmur...
çorak topraklar ve çorapları gözlerimin içinde, kırmızısı kiremit ve bilekleri kan, yüreğinde taşıdıklarıyla tanrım ne de küçüktür insan! bir başka defterin, koparılmamış tek sayfasında geziniyorum: zaman kaldırıyor başımı yeniden bir başına ayağa, başımı göğsüne yaslıyorum ve senden arda kalanların hatrına, yani bir kürtaj masasındayım, ellerimde kağıtlar, beni kanattığın onca yer var ki, onca parça ve pinçik, yeter mi sanıyorsun göz yaşınca ağıtlar!

nihayet kimsenin olmadığı bir sokakta durarak çok da elverişli olamam alışıp verişmeye. oysa bu bir düşüncedir henüz zarı delinmemiş, mutlaka ispat edilmemiştir bu ve henüz deşilmemiştir cerahatı kim bilir! bir kez bakaydım yüzüne, bakabileydim ve susabilseydim keşke benden arda kalan kelimelerin hatrına. yanık bir defter yaprağı gibi koca yaşamın tam ortasında ve kokusu asla sana benzemeyen kıra dönmüş bir tutam saç; bense bir sokaktayım önümde bir başka ben, duruyorum öylece, nedense henüz doğmamışlardır neden, kayboluşlarına dileklerimin. sahi ben dileklerimi aramaktayken mi rastlamıştım sana, yoksa sen mi dilmiştin beni, geceni bulamışken eski bir defter yaprağı kana?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder