Hoşbeş

bir zeval düşkünü olarak biliniz beni!
beni hanenize bağlayıp asın: yeri geldiğinde çarpılayıp kapımı, dilime nüktedan bir hüzme basın!



10 Aralık 2011 Cumartesi

Geldi Yeniden

yeni geldi, senden arda
kalan onca pılı pırtı! kaldı ki,
biz hep ağlağız ve kabul ediyorum,
bir pazar yerinde çığlık çığlığa umutlarımı
satıyordum!
yeniden gelenlere ve gelemeyenlere binaen...
hoşçakalın!

27 Kasım 2011 Pazar

Mazeret

bir yılgınım belki bin yıldır yattığı uykudan uyanmak
istemeyen bir yılgın! böylece silmeye başladığım
doğrudur bütün hatıraları; zorbalığından kurtulmak için
gelecek çırpınışların!
afedersin küçük kız ve afedersin küçük bey! böyle olmadı biliyorum,
biliyorum bütün kelimelerin gereksiz olduğunu...
ne fark eder, yersiz cümleler kurup gideceksem eğer. bir başkasına dönüşmek
için binlerce yıl yılmadan uyumak arzusundaysam ne fark eder, bu umutsuz kapıda
unutup bütün kelimeleri beklemekte olduğumu, yani beni tek başıma kim fark eder?
üzgünüm evet, yerli yersiz kurduğum cümlelerden ve harcadığım kelimelerden bir kere
daha özür dilemeliyim! üzgünüm bu uyuşuk zaman  diliminde sıkışıp kalmış ruhumu
asla kıpırdatamadığından üzgünüm...
kimselere söz hakkım yok, olmasın da yüz görümlük cümlelerin hiçbir kıymeti, madem ben de
unutabiliyorum edilen her bedduayı ve şikayeti.
ver ellerini bana, yeni bir ben koşuyor bak yeniden kendine doğru. ve bana kelimelerden dağarcıklar
ve yeni hatıralar kuracak kadar cesaret ver! umutsuz bir gecenin dışkısı değilim inan, eminim
bir başka kimliğin esiriyim ben. ah beni benden suçlayan olmaz dileklerim olmasaydı, ah olmasaydı
silinmesini istediklerim! şimdi rahat değilim, bunca alev alaz ortasında nasıl olabilirim ki şekerim?

11 Kasım 2011 Cuma

Gelgelelim

lafı dolandırmadan söylemeliyim; ne kadar da çok oldun sen, ne kadar da senden olanlardan daha çoksun!
böyle iki-üç pazarlık kelimesi daha ardı ardına sıralayabilirsem eğer, aslında güzellenmeyen şairlerin bütün sırlarını açığa vurabilirim; deşebilirim yüreğindeki korkuyu bir alçağın, yahut bir hainin aklındaki bütün planları ulu ortaya saçabilirim.

bunu yapabilirim gibiyse de ilk başta, tarafım yoktur benim ve yaşam, en çok tarafsız olanlara değil tarafı olmayanlara acımasız davranmaktadır.

hal böyle ağam, hal böyle koyundaşım: yıkık bir köy evi terk edilmişliğinde, acınası bir çığlık halinde ve kimselerin dokunmaya zahmet buyurmadığı bir alemde kendiliğimden çokça kimselerleyim.
böyledir ağam ve koyundaşım: birbirimize sarılıp ana koyun ve çırıl çıplak bütün beklentilerden olduğumuz günler ne kadar da ileride ve geride, geride değil midir hepimizin en güzel günleri?

günler güzeldi, kimselerin olmadığı kalabalıkların içinde sen bir taraf, ben bir yansız yani tek yanlı olarak ağam, yüzsüz değil(d)im biliyorsun! ben tek yüzlüyüm, tek yüzgeçli. benden ancak bir ben çıkarabildim ağam, ancak bana yetecek kadar ben, yani ancak beni yapılandırabilecek kavilikte bir ben...

şimdi, kendi ağırlığımca düşüncelerin tam ortasında, arlanmaz bir soytarıymışçasına yani, yüreksiz pazarlıklara giriştiğim doğru ve yeminle diyorum ki, ben hain değilim bu halimle ve yüreğimde korku yokmuşçasına pazarlıyorum ne varsa elimde avucumda!

bil ki yine de ; söz verdim kimselere, söylemem...söylemem çok kimselere koyundaşım, demem ha konuşmadığımı:

-ki ben konuşmadım, konuşmadım ağam ve koyundaşım: konuşmadığımdan huzursuz, konuştuklarımdan uzakta bilinesi umutsuzum!

26 Ekim 2011 Çarşamba

Deftere Yazalım mı?

eski bir defter kıvamında ellerime dokunuyorsun
ve biliyorsun ne kadar öteki olduğumu yıkıntılarının arasında durarak sensizliğin. düşündüğüm onca şeyin ayırdında, yani biraz da senin ardında, başka işlerin oluvermesiydi benim göğümde yağmur...
çorak topraklar ve çorapları gözlerimin içinde, kırmızısı kiremit ve bilekleri kan, yüreğinde taşıdıklarıyla tanrım ne de küçüktür insan! bir başka defterin, koparılmamış tek sayfasında geziniyorum: zaman kaldırıyor başımı yeniden bir başına ayağa, başımı göğsüne yaslıyorum ve senden arda kalanların hatrına, yani bir kürtaj masasındayım, ellerimde kağıtlar, beni kanattığın onca yer var ki, onca parça ve pinçik, yeter mi sanıyorsun göz yaşınca ağıtlar!

nihayet kimsenin olmadığı bir sokakta durarak çok da elverişli olamam alışıp verişmeye. oysa bu bir düşüncedir henüz zarı delinmemiş, mutlaka ispat edilmemiştir bu ve henüz deşilmemiştir cerahatı kim bilir! bir kez bakaydım yüzüne, bakabileydim ve susabilseydim keşke benden arda kalan kelimelerin hatrına. yanık bir defter yaprağı gibi koca yaşamın tam ortasında ve kokusu asla sana benzemeyen kıra dönmüş bir tutam saç; bense bir sokaktayım önümde bir başka ben, duruyorum öylece, nedense henüz doğmamışlardır neden, kayboluşlarına dileklerimin. sahi ben dileklerimi aramaktayken mi rastlamıştım sana, yoksa sen mi dilmiştin beni, geceni bulamışken eski bir defter yaprağı kana?

16 Ağustos 2011 Salı

şimdi göz yaşları hürmetine
buruşturup atmaya geldi sıra bütün tasarıları,
bütün yapıları ve direnmeyen inanışları

şimdi, benden geriye kalanları toparlayıp yeniden
yola koyulmalı,
unutarak, susarak ve kimselere ad çekmeyerek boyuna
boylu boyuna tarihe karışmalı

benden aldıklarına değil, vermediklerinle savrulurken
içimden kovuluyor nihayet binlerle hayal
nasılsa ben düşüyorum ve kahroluyorum bu ayrılıktan
şimdi,
arkama dönüp bakmadan gidiyorum:

sen hoşça kal!

9 Temmuz 2011 Cumartesi

yeniden kayıp

bir umuttu
yeniden yeşertildiğinde
senden beklenileni en fazla olan
bir hiçe dönerken şimdi
neye güveneceğini bilemeden
ve bilemeden sözcüklerin hangisinin tesirli olacağını
ilahi dergahında
yenisine sarılmanın tedirginliği sarar ruhumu

hiç kimseye inanmadan, dinlemeden hiçbir sesi
sırf sen varsın diye ayakta durmaya odaklanmaktır
hem kolayı hem en zoru!

14 Haziran 2011 Salı

izleme

ne kadar az peşime takılan hece ve sayısını unuttuğum hayaller! aza kanaat etmeli diyorsun bazen, yoksa o da gidecektir elinden. sanırım unutuyorum ben kelimeleri veya anlamlarını en azından. anlasam acaba nereye çıkarır beni bunca ölü hayal ve onları tanımlayan cümleler?
sorularca seni düşünüyorum: şimdi ellerini ve bileklerini doğramak için mesela hangi adımını önce atmışsındır diye bakıyorum albümlere! koca memeli kadınlardan, hatta onlardan değil de kelimelerinden korkuyordun oysa sen. biliyorum önce sağ ayak, sünnettir zira...
korkarak bir hayal bıraktım gözlerimden mümbit topraklarına, korkarak ha! ne çıkar ne biter bilemem ama buyur işte binlerce hece dua niyetine: bırak artık beni; kendi yoksunluklarımın bir köşesine, terk edilen bir yeni doğan gibi cesaretle ve çokça çığlık atmadan ve hatta hiç konuşmadan, kokuşmadan, utanmadan ve korkmadan, beni bırak! öylesi kelimelerin aşığıyım ben, sokak ortalarında boğazdan kusulan yarım yamalak!

6 Haziran 2011 Pazartesi

Sorun bağlamlı lar

işte diyorsun, kendi kendine yapıp ettiklerin çorak bir tarlanın hasadı gibi, kabul aslında çok bereketli değilim ve üretken; anlıyorum aslında kayıplarımın ne adı ne yüzü var ne de vefası can çekişen yürekten...

tamam diyorsun, şimdi orada dur! duralım bakalım -ki başka bir şans veriyor musun acaba bana? yani veriyorsun da mutlaka ben farkında olabiliyor muyum? diğer bir deyiş ise, farkında olma farkındalığının hatrına oturup koca bir gözün üstüne düşüncelerimden hepimiz için siper yapalım!

29 Mayıs 2011 Pazar

cümleler

bir iki üç ve susamıyorum. tıp demiyor biri veya bu bir oyun değildir. bir şeylere kızdığımda en çok konuşmak istiyorum; bunu yedeğe alarak düşünüyorum -ki kızmadığım bir şey herhalde yoktur. üzgünüm, düşündüğüm sürece sanırım oldukça kızgın olacağım kendi varlığından sürgün edilmekten!

24 Mayıs 2011 Salı

boylece

olsun diyorsun! yani canin acimadan, gunubirlik bir kavganin neferi olarak surgunlerle es tutuyorsun ya acizligimden yararlanarak beni:simdi ben olsunlarla eczalamaktayim tukenmisliklerimi!

17 Mayıs 2011 Salı

Gelişine...

ha yanlış zaman, ha kayıplar hanesi...

üzeri bir taş duvar ve erlerin yüreklerinde beyhude
bir kurmacadır gidiyor:
alıp veriyor ve sen beni yeniyorsun durmadan!

bir omnipotent olarak yani, küçücük bir çocukla oyun bahçesinde, bahçesinde oyunun ve zar atmaksızın kayıt tutuyor musun?

üzgünüm ve özür dilerim: üzgün olmak yerine, gülümseyemediğim zamanlar için!

affet beni ey gazaplı! ve bir yöne evrilmeden kovala, durma vur ıssız bir zamana bendimi,
dilimin ucunda bir çuval, içinde ihbarların zayiinden bir ömür nihayet,

 kayıp bir bilete vuran ikramiye yani, kimse çözüp alamaz!

Ses-Kes-Pes

beni,
tanıyanınız çıkmadığına göre,
en ağır suçlara hüküm giyebilirim.
eğer,
böyle devam edecekse düzeni ilahi olanın;
yani bir üstünlük hiç olmaz yerde,
hiç beklenmediklere sağlanacaksa,
orada elbette ben kurban olabilirim!

kelimeler, kelimeler...
beni sana, seni bana bağlayan biçimin yoksunu bu kararmış yüzler! oysa ben, şimdi bıraktım ipliğini dilimin, şimdi yani boşaldı bir tetik yayından ağrı!
ben beklerken iki satır bir hece, belki bir kelime, kucaklamak için alnımın terini; sen lütfen bir yüzlük göster, bana gözlerini emanet ederken zamanın, lütfen bir yüz görümlük!

ey ilahi olan, ey layüsel!
merhamate konu değil mi acıdan gülmesi insanın? bir nefes, nefha veya bir soluk: tene gün indiğinde, dirildiğinde yani yeniden ömür, bir ağa takılırcasına canlanır (mı) ki yeniden!


bahşişsiz günlere kaldım, günler benden, ben günlerden usanık!

8 Şubat 2011 Salı

Hüzünlenmek İçin Hüzünlü Şarkılar Dinlemek

Sanki her birimiz, birbirimizin aynısıyız (aynası mıyız öyleyse?). Ve hep birbirimizi kopyalıyoruz çoklukla.
İşte hüzün, buyur otur şöyle başucuna...

Ve selam, sabah sonra
"gidiyorum hoşçakal!" diyen bir dil
ve yoksunluk,
hani bazen öyle bir başına,
kar altında dolanan tarla kuşu emsal...

3 Şubat 2011 Perşembe

Yapılan bir haksızlık, ahlaksızlık, namussuzluk veya alçaklık karşısında asla sessiz kalmamak gerektiğini yeniden anladım. Sessiz kalmak, yapılanı onaylamak anlamına gelebilir ki, durumun belki de kendisinden daha feci bir neticedir bu.
Hiçbir kötülüğün onay makamı olmamak, onun normalleştirilmesine basamak olmamak adına, "gerçeği arayış" adına karşısında durmak gerekir düşmana yapılan alçaklığın bile!
Erdemi, ahlakı ve yer yer Tanrılarını bile pazar çeken modeller, sizleri tanıyorum ve artık saklanamazsınız ilanihaye çaputlarınızın altında. Sizin gibi görünmemek adına, gerekirse çırılçıplak gezeceğim. Bilin ki, ipliğiniz bir gün sizin de pazara çıkacak.
Aklımın içindekiler, hiçbir sınırlama olmaksızın kendiliğinden dökülseler ve kurtulsam dışarı çıkmak için yaptıkları baskı karşısındaki direnişlerimin katlanılamaz acılarından.
Kimseyi sevdiğimi zannetmiyorum, kimse de beni sevmesin insaniyet namına. Ha bir yerlerde bedenimi veya ruhumumu bulursunuz: Varın terk edin beni kendi kimsesizliğime, bilinsin ki, ben öyle çok daha huzurluyum!
Yanımda yöremde, küçük menfaatler için biten "quasimodo" tiplerden usandım, bıktım! Hele bunlar bir de kendilerini tonlarca makyajın ve çekici ambalajın içinde sunmuyorlar mı? çıldırayazıyorum.
İnsanın gerçek hissiyatı gözlerinde saklıdır ve bu asla başkalaştırılamaz. Gerçek hissiyatı insanın, "bir ölüm tarlası" değil ama gerçekleri bize haykıran binlerce mananın ekili olduğu özgün bir alan olan yüzünde gömülüdür. Oradan gözlerine, oradan bizlere kadar ulaşır, çözümleyebilirsek!
Ne gerek var doğallığını bozmaya, neysen osundur, bunun kandırmacası nasıl olabilir? Unutmayın; kandırmaca, sürdürülebilir olduğunca işe yarar. Daha en başında hepinizi biliyorsam zaten! Geçmiş olsun...



NOT:
Resim bir yerlerden alıntıdır. Nereden olduğunu hatırlamıyorum. Taraflardan herhangi birinin itirazı söz konusu olursa kaldırılabilir!

19 Ocak 2011 Çarşamba

Ufak Hesap Adamcıkları

Böyle küçücük menfaatler için, eşi dostu büyük riskler almaya sürükleyen ve daha acısı bunu sorup etmeden, haber bile vermeden yapıveren kişilerle yüzleştim.

Anladım ki, her şey insanın kendinde bitiyor. Kendi yaşamını kendisi örüyor insan ve nihayet ana konu olarak çevresindeki ufak hesap adamcıklarına kendisi yol veriyor maalesef!

Söylenecek fazla şey yok şundan başka: "homo sum, nihil humanum a me alienum puto!"

18 Ocak 2011 Salı

İhanete Üzülmek

keşke başkalarına anlattığım kadar kolay olaydı. keşke ihaneti, "çürük armutların daldan düşmesi, sağlam olanların misyonlarını başarıyla tamamlamasına sonuç verir" kolaycılığında olarak kendi içimden de çıkarıp atabileydim.

en yakınımda duran, kendilerini kendime benzettiğim insanların bir anda ve içleri bile acımadan, yüreksizce ve gülerek hala yüzüme bakarken atıp tutabilmeleri, satıp savabilmeleri kendiliğimi, acı veriyor bana şu anda...
şunu söylemek isterim:

çok kere ağlamadım. ancak kendisine kefil olduklarım, bir uçurum boşluğunda kollarımdan sıkıcaymışçasına tutanlar, bir anda ve şimdi çok kolaycmışçasına bırakıverdiler çığlıklarımı boşluğa onur, haysiyet, şeref tanımadan.

işte bir tek buna ağlanır benim dünyamda!

yıkılan adamlara....

5 Ocak 2011 Çarşamba

Görünen Kel

Unutmadan dile getireyim: Keli olup kafatasının sağ-sol veya arka tarafındaki saçları alabildiğine uzatarak kelini kapatmaya çabalayan adamlar, kötü haldesiniz! Yapmayınız böyle şeyler arkadaş. Kelseniz kelsinizdir, bu kadar basit.
Ve aynı noktalara geri dönüyoruz, aslında meselelerin hepsi bizim içimizde: Ama biz içimizi değiştirmeden dışımızla uğraşarak meseleleri atlatabileceğimizi umuyoruz.
Su deposunun içi dolu olmadıktan sonra, su deposunun dışını sıvamanın ne anlamı olabilir! (anlamayanlar "su deposu" yerine "kafa" koysunlar)



Hemen ardı sıra, orta çağdan fırlamış (korsan) çizmelerinin içine pantolonunu sokuşturan kadın-kız-bayan vd. sen de sınıfta kaldın! Yapmayın böyle tuhaf işler...

3 Ocak 2011 Pazartesi

Bugün

İlginç bir şekilde hala üniversitelerde "şucu bucu" kavgalarına şahit oluyorum. hep diyorum ve artık iğreniyorum bundan. kardeşim "şucu bucu" değil, "şulu bulu" olmalısınız.

solcu-sağcı yerine ahlaklı-erdemli olmayı deneyebilsek keşke. bir kereliğine ulan, tekeri döndürecek kadar güç sağlamak üzere abanın ve bir kereliğine "namuslu, ahlaklı, erdemli, liyakatlı, dirayetli, mesafeli vd." olun!

bakın gerçekten dünya çok daha yaşanabilir bir yer olacak!

"bir telefonla buraya aşiret yığarım" diyen insan modelinden bugün kıllandım, o derece!